Mutlu insanlara uzaktan baktığımızda her şeyin yolunda
gittiğini hiçbir sıkıntıları olmadığını sanırız. Oysaki durum hiç de öyle
değildir.
Mutluluk doğuştan insanlara verilen bir şans değildir.
İnsan, mutluluğu içinde yaratırsa mutlu olabilir. İşte bu da bizim elimizde.
Hayatın dört dörtlük gitmediği zamanlarda bile mutlu
olabiliriz. Bakın aşağıdaki hikayedeki gibi;
Bir hükümdar amansız bir hastalığa yakalanmıştı.
Ülkenin bütün hekimleri saraya geldi, komşu ülkelerin hekimleri de çağırıldı.
Ama hastalığa hiçbir çare bulunamadı. Hükümdar, herkesin gözü önünde her gün
biraz daha erimeye devam ediyordu. Umutsuzluk içinde çırpınırken son çare
olarak bütün falcıların, büyücülerin bulunup saraya getirilmesini istedi.
Adamları koşuşturdu. Ülkede ne kadar adı falcıya
büyücüye çıkmış insan varsa toplayıp getirdiler.
Falcılar, büyücüler
hükümdara tek tek baktılar, bildikleri bütün numaraları yaptılar, ama hiçbiri
herhangi bir iyileşme sağlayamadı.
Hükümdar artık iyiden iyiye umutsuzluğa düşmüşken günün
birinde sarayının kapısına bir yaşlı kadın geldi. Bu kadın hükümdarın derdini
nasıl çözeceğini bildiğini söylüyordu!
Yaşlı kadını hükümdarın yanına götürdüler.
Hükümdar yatağında doğrulamadan, “Söyle kadın” diye güç
bela konuştu: “Neymiş senin çaren!”
Kadın bildiği çareyi anlattı: “Adamlarınız ülkeyi
dolaşacak, ülkenin en mutlu adamını bulacak, onun gömleğini alacak ve size
getirecek. Siz de bu gömleği giyince iyileşeceksiniz...”
Hükümdar emir verdi, adamları hemen ülkeye dağıldı.
Önce en zenginlerin kapısını çalmaya başladılar. Ama hangi zenginle gidip
konuştularsa onun hiç de tahmin ettikleri gibi mutlu olmadığını gördüler.
Aralarından bir iki kişi, en değerli gömleklerini verdi. Hükümdar gömlekleri
giydi fakat bunların da herhangi bir faydası olmadı. Böylece o gömleklerin sahiplerinin
söyledikleri gibi mutlu olmadıkları ortaya çıktı.
Hükümdar köpürüyor, adamları bütün ülkeyi adım adım
dolaşıyor, artık zengin fakir dinlemeden mutlu insan arıyor ama bir kişi bile
bulamıyorlardı.
Durmaksızın dolaşırken susuz kalan hükümdarın adamlarından
birkaçı dökülen bir kulübenin yanından geçmekteydi. Su istemek için
yaklaştıklarında içeriden gelen sesi duydular.
Bir adam kendi kendine konuşuyordu:
“Ne kadar mutluyum, benden iyisi yok, karnımı doyurdum,
yarın çalışabilecek gücüm de var... Benden iyisi yok...”
Hükümdarın adamları suyu falan unutup hemen içeri
daldılar. Bu son derece yoksul kulübede bir adam yere oturmuş, kağıt üzerine
serdiği peynir ekmeğin son kırıntılarını ağzına atarken bir yandan da türkü
söylüyordu.
Hükümdarın adamları “Nihayet bulduk” diye adama doğru
hamle ettiler ve yanan tek bir mumun zayıf ışığında adamın gömleğinin
olmadığını gördüler.
Bir gün bir derviş,
Bir kucak dolusu elma ile bayırlar aşan bir genç kıza rastlamış…
Bozkırın
sıcağında yorgunluktan al almış kızın yanakları..
“Nereye
gidersin? Ne doldurdun kucağına?”
Diye sormuş derviş.
Diye sormuş derviş.
Uzak bir
tarlayı işaret etmiş kız:
“Sevdiğim çalışıyor orada…
Ona elma götürüyorum.”
“Sevdiğim çalışıyor orada…
Ona elma götürüyorum.”
Kız……
şaşkın:
“İnsan
sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?” deyivermiş..
Ve usulca
koparıvermiş derviş elindeki tespihin ipini!
Ne kadar saf, yalın bir anlatım.
Tek cümlede bitmiş konu bence…
Tek cümlede bitmiş konu bence…
“İnsan sevdiğine
götürdüğü şeyi sayar mı hiç?”
Saymaz, saymamalı…
Peki ya biz… Sayıyor muyuz?
AŞKIN BAZEN GİTMEK OLDUĞUNU;
AŞKIN BAZEN GİTMEK OLDUĞUNU;
Ateş bir gün suyu
görmüş yüce dağların ardında sevdalanmış onun deli dalgalarına.
Hırçın hırçın kayalara vuruşuna, yüreğindeki
duruluğa...Demiş ki suya:
Gel sevdalım ol, hayatıma anlam veren mucizem ol...
Yüreğim sana armağan..
Sarılmış ateşle su birbirlerine sıkıca,
kopmamacasına...
Zamanla su, buhar olmaya, ateş, kül olmaya başlamış.
Ya kendisi yok olacakmış, ya aşkı...baştan alınlarına
yazılmış olan kaderi de yüreğindeki kederi de alıp gitmiş uzak diyarlara su..
Ateş kızmış, ateş yakmış ormanları...
Aramış suyu diyarlar boyu, günler boyu, geceler boyu.
Bir gün gelmiş, suya varmış yolu. Bakmış o duru gözlerine suyun, biraz kırgın,
biraz hırçın.
Ve o an anlamış;
AŞKIN BAZEN GİTMEK OLDUĞUNU
Ama gitmenin yitirmek olmadığını...”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder